Erem Şentürk, “Vesayet Sisteminin Kökleri” Konulu Konferansıyla Bizlerleydi

Erem Şentürk, “Vesayet Sisteminin Kökleri” Konulu Konferansıyla Bizlerleydi

Feriköy Erkek Öğrenci Yurdu’nun haftalık konferanslarına bu hafta Diriliş Postası Genel Yayın Yönetmeni  Erem Şentürk konuşmacı olarak katıldı. Erem Şentürk’ün konuşmalarında  satır başları şöyleydi:

Tarih Şuuru

Tarih bilgisi psikolojik sağlığımızdır. Bilhassa İslam Tarihi.. Özellikle gençlerin çok iyi bir tarih bilgisine sahip olmaları gerekiyor. Yıllardır bu ülkede size Sümerlerden geldiğiniz söylendi. Hatta Sümeroglar türedi bu ülkede. Kimsin, tam olarak kimsin bunun farkına varmak ve farkında olmak için tarihini bilmek elzemdir. Tarihini bilmeyen kimseler ‘Demans’ hastaları gibi şaşkın ve ne yapacağını bilmez bir şekilde dolaşır, gider ama nereye gittiğini bilmez…

Kendini bilmeyen insan da başkalarının aklıyla ve onların ölçüleriyle düşünmeye alışır. Biz bu günün dar anlayışı ile Osmanlı’yı anlayamayız. Mesela Kanuni Sultan Süleyman bir kanun çıkarmış diyor ki, Osmanlı topraklarındaki bütün mezarlıkların duvarları 9 yaşındaki burnu ile gözü arasına gelecek yükseklikte olmalı. Bu günkü akla göre bu kanun nasıl değerlendirilir, metre arşın diye bir şey var niye 9 yaşında çocuğun göz hizası, ne kadar saçma! Halbuki Osmanlı’da öyle bir anlayış var ki, 9 yaşına kadar çocuğun ölümü bilmesini istemiyor. 9 yaşından sonra mezarı görüp sorarak ölümün ne olduğunu öğrensin istiyor. Osmanlı’nın doğusundaki çocuğun boyuyla batısındakinin boyu, güneydekinin boyu ile kuzeydekinin boyu da aynı olmadığı için 9 yaşında çocuk şartı getirmiş, metre şartı getirmemiş… Biz bugünkü dar muhayyile ile bunları nasıl anlayacağız?

Kapitalist Sistem Kadınları ve Gençleri Sömürüyor

Buharlı trenin rayların üzerinde düdük öttüre öttüre gitmeye başladığı döneme “Sanayi Devrimi” diyorlar. “Sanayi” ve “Devrim” gibi iki sıcak kelimeyle yapılan illüzyona kanarsak, bu şahane bir şey ama devrim dedikleri şey aslında kapitalizmin başlangıcı. Makineler, hızlı üretim, hep üretim, sanayi ve bu sanayiyi ayakta tutacak yeni nesil kölelik sistemi. Bütün dünyayı bir açık hava zindanına dönüştürüp dünyanın %1’inin diktatörlüğünü resmen ilan ettiği bu devrim safsatası İngiltere’de başlıyor. “Herkesin çalışması lazım, ucuza çalışması lazım, çalışıp kazandıkları paraları yine patronların şirketlerinde harcaması ve hep borçlu kalarak ölmeleri lazım” diye başlattıkları sömürü düzeninin iki hedefi vardı; kadınlar ve gençler. Kadınlar çalışmalıydı ama çocuk da doğurmalıydı. Savaşlarda ölecek askerleri, fabrikalardaki işçileri doğurmalıydı; ama bir yandan çalışmalıydı. İşte bakıcılar, kreşler, bebeklere anne memesi hissi veren yalancı memeler ve biberonlar, güya bu “Sanayi Devrimi” denilen zamanda icat edilenler. “Çocuğu doğur, işine devam et, sistem o çocuğu büyütür” dediler annelere. Sistem bebekleri büyüttü büyütmesine ama çocuk da ilk sevgi eksikliği ve anne dokunmamasından kaynaklanan sorunlar olmaya başlayınca “pedagoji” diye bir şey uydurup, bütün sorunların gerçek kaynağının “anne eksikliği” olduğunu söylemek yerine güya bilimsel açıklamalarla sıkıntıları normalleştirdiler. Çalışın, çalışacak bebekler doğrun, çalışmaya devam edin, borçlanın, hep taksit ödeyin, taksiti maaş aldığınız sisteme ödeyin ve ölüp gidin.

Kapitalizmin en sevdiği hedef ise hep gençler oldu. Depresyonu uydurdu sistem önce, uydurduğu yetmiyormuş gibi depresyona girmeye zorladı gençleri. Öyle ya, genç dediğin nedir ki; depresyona girer, eğlenceye dayanılmaz bir ihtiyaç duyar, eğlenemezse bunalıma girer, uyuşturuculara meyillidir, alkole meyillidir, zinaya meyillidir. Deli gibi alışveriş yapmak ister, yapmazsa yine bunalıma girer. Bunları yapmazsa sağlıksızdır. Mahrum kalıp ya da tercih etmeyip bunalıma girmezse yine sağlıksızdır. Gençler mitinglerin dolgu malzemesidir, örgütler için bedavaya katillik yapan malzemedir, protestoların en önündeki ucuz sürüdür.

Reklamlar ya kadınlara ya gençlere hitap eder; hep onlara seslenirler. “Alın, daha çok alın, daha daha çok isteyin, yetinmeyin, kanaat etmeyin, idare etmeyin, daha fazla isteyin…” diye hiç bitmeyen telkinlerle harcamaya yönlendirilir gençler. Harcayacak parası yoksa eğer, harcatan sistem aynı zamanda veren olduğu köleliğin ilk tasması takılır ve yıllar içinde tasmalar giderek artar. Gün gelir, gençlik biter ama tasmalar çıkmaz. Sıkar, sıkar ve mutlu son… Köle öldü, çile bitti, sıra yeni gençlerde. Bayramınız kutlu olsun, eğlenmenize bakın: “Hey dostum bu tasma ne kadar güzel neden sen de bir iki tane takmıyorsun…”

Kim ilerici, kim gerici ?

Bizim bir ezel anlayışımız var. “Kâlû Belâ” dan geldiğimize inanıyoruz ve bir ebed anlayışımız. Ölümle başlayan gerçek ve sonu olmayan bir hayat. Şu ironiye bakın ki, biz Müslümanlar bu kadar geniş ufuklu olmamıza rağmen, ebediyyete uzanmamıza rağmen dünyası sadece bu dünyadaki 70-80 yıldan ibaret olan insanlar bize gerici diyor!!!

Bize aydın değil ‘arif’ lazım!

Bir entelektüel tartışması başladı yine. Bu konunun ortaya çıkış takvimi var ve bu takvime göre düzenli olarak entelektüel tartışması açılıyor. Dün böyleymiş, bugün de böyle, Allah korusun ama galiba yarın da böyle olacak. Gerçek dertlerden yorulan kamuoyu bir tür zihinsel tatil için entelektüel tartışması açıyor kendine. Düğmeye basan biri olduğunu, planlı bir şey olduğunu düşünmüyorum, inanması güç ama bence bu kendiliğinden oluyor. Bir tür dinlendirici etkisi olan malayani olarak kabul edilebilir. Bilgi nedir, hangi yol ve yöntemle elde edilir, nasıl amel edilir ve sonrasında sırasıyla, bilgi, bilgiden kültür ve medeniyet seyri nedir? Bu soruya verecek cevabımız yoksa doğal olarak başkasının verdiği bir cevabı alıyoruz, aldığımız cevabı meselemizin temeli yapıyoruz, sonra insan bilgi ilişkisinde acıklı bir hata yapıp “entelektüel” denilen tuhaflığı iyi bir şey zannediyoruz. Üstelik bu Ortaçağ ucubeliğini kendimize hedef belirliyoruz.

Bir Müslüman’ın; “Bilgi nedir” sorusuna verdiği cevapla, bir Batılı’nın verdiği cevap başından sonuna bütün zerrelerine kadar zıttır ve dahi mücadele halindedir. Müslümanlar’a göre; bilginin iki kaynağı ve üç çeşidi var. Bilgi ya vahiy temellidir ya tecrübe. Çeşit olarak da; “Bilgi İlmelyakîn, Aynelyakîn ve Hakkelyakîn” olarak da üç çeşittir. Müslüman, bilgi konusunu burada kapatır ve evreni bu temelden tanımlar. Batı sadece tecrübe kaynağını kabul ederek, var olmaya çalıştığı evrende vahiy temelli bilgiyle çeliştiği ve çatıştığı için dayanılmaz bir stresle yükleniyor. Batı bu çelişki ve çatışma stresinden kurtulmak için entelektüel diye adlandırdıkları sakinleştirici sağlama noktalarına mecburdurlar. Benim hiç böyle bir ihtiyacım yok. Adamın öyle bir derdi var, kendi derdine çare arıyor. Bunu yadırgamamalıyız. Büyük çelişkileri olan bir kültürde debelenen toplumlar mecburen aralarından entelektüel üretmek zorundalar. Bu anlaşılabilir, insani bir telaş. Örneğin ölmeyi bilmemek gibi dertleri var çoğunun. Moleküler düzeyde parçalanıp toprağa karışacağını ve yok olacağını zanneden adamın derdini anlamaya çalışmak lazım. Ahireti kabul etmeyen bir kültür, zombi olarak geri dönüyor, vampir olarak ölümsüz oluyor, kuyulardan su içip ölümsüz oluyor, bıçak altına yatıp gençleşiyor, kendini donduruyor, zihin nakli yapıyor, reenkarnasyon yapıyor… Ne büyük bir azap! Bir türlü ölemiyorlar. Bu adam kendine entelektüel uydurup bu çelişkili halde zihnini rahat ettireceği bir evren tanımı uydurmak zorunda kalıyor. Bana entelektüel lazım değil ama münevver lazım. Ya da şöyle düşünün, din bildikleri engizisyon zırvasına itiraz eden aydınlar çıkmış. Ne güzel, ben o aydınları destekliyorum itiraz etmekte haklılar. Aydın diye isim vermekte de haklılar, çünkü gerçekten bir karanlık çağları var. İnsanları deri rengine göre yakan, Tanrı adına işkence yapan bir kültürden söz ediyoruz. Aydınlanma ihtiyacına mecburlar yani. Batı “Pis zenci” diye insanları yakarken benim siyahi amirlerim, kadılarım varmış. Şimdi ben ve bu coğrafya, ne yapsın aydını? Bize aydın değil arif lazım.

Her Form kendi ahlâkını üretir..

Dünyanın bu tarafındaki insanlar gâvurdan tasdik almaya bayılıyor. Onlara ne kadar uyumlu hukuk yaparlarsa, onlara ne kadar benzerlerse o kadar insan olabileceklerini düşüyorlar. Böyle zannediyorlar; çünkü ellerindeki cetvel onların cetveli. Kendini kâfirin terazisiyle tartıp Müslüman olmaya çalışan ümmet bedbahtlığı bu. Yazık… Hâlbuki onlar saçını kazıtıyor diye saçını uzatan, onlar saçını uzattı diye saçını kesen Resulullah’ın (sas) ümmetiyiz biz. Ana fikri ıskalıyoruz; çünkü şeytan, “netice” diye bir kazığı atıp, kenara çekilmiş hepimizle alay ediyor.. Bir formu aldığınızda ahlâkını da alırsınız.

Şuurun 3 temeli: Niyet, Zaman, Mekan

Şuur üç temel üzerine inşa edilir: Niyet, mekân ve zaman. Niye yaptığının, nerede olduğunun ve ne zaman yapıp ne zaman yapmayacağının farkında olma haline şuurlu olmak deniliyor. Niyet, mekân ve zaman üç ayağından birinin eksikliği ise şuursuzluk hali oluyor.

Şuur hali niyetle başlar. Niyet etmeden, yani kas hafızasıyla otomatik olarak yapılan eylemler yok hükmündedir. Örneğin namaz kılarken eksik sure okursak sehiv secdesi ile kurtarırız ama niyet etmezsek namazı baştan kılmak zorundayız. Bu hayatın her alanı için de böyledir. Niyetsiz olmak ezbere hareket etmek ne yaptığının farkında olmamaktır.

Şuurlu halin gerçekleşmesi için temelin ikinci bölümü mekândır. Mekân en geniş anlamında dünyanın tarifi yani mekân şuurudur. Yine namaz örneğinde olduğu gibi dünyanın neresinde olduğumuzu bilmezsek namaza bile duramayız çünkü kıbleyi tayin edemeyiz. Mekâna hâkim olmak kıble tayini, yani şuurlu olmanın niyetten sonraki ikinci şartıdır. Savaşlar, adalet, hâkimiyet gibi şemsiye kavramlarla birlikte vatan, memleket, yurt ve ülke tarifleri de doğrudan mekân şuuruyla ilgilidir. Selçuklu, iki başlı kartal sembolünü her yerde kullanarak “Doğu da Allah’ın, Batı da Allah’ın” diyerek her yöne hâkimiyet şuurunu mayalamayı amaçlamıştır. Mekân şuuru kabul edilmiş haritayı da belirleyeceği için Londra’nın dünyanın başkenti olmadığı gerçeği ortaya çıkaracaktır. Mekke, Kudüs, İstanbul, Bağdat, Semerkant, Buhara, Fizan Bosna ve Kırım ile çevrelenmiş çerçevenin ve etrafının anlamı da ancak mekân şuurunun oturmasıyla anlaşılabilir. Dünyada savrulan gafillerin hepsinin ortak özelliği niyet eksikliği ve mekâna yabancı olmalarıdır.

Paylaşın:
01 Mayıs 2018
992 kez görüntülendi

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Ziyaretçilerimiz tarafından yapılan yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZIN

Bu konu hakkındaki görüşünüzü belirtmek ister misiniz?